Dünyanın son süreçte giderek garip ve şaşırtıcı doğa olayları ile birlikte çevresel bazdaki erezyonunu izlemekten ya da artık kanıksamaktan diyelim, cümlemiz bir hal olduk! Bir şekilde kışı hiç yaşamadan; bir nebze kar görmeden, nem oranı yüksek kavurucu, inanılmaz çöl sıcaklarına tanık olduk. Diğer bir yandan da, kutuplarda eriyen buzulların ve felaket senaryolarının eşliğinde küresel ısınma ile dünyanın giderek şirazesinden çıktığını; bu bozulmanın insanlığın geleceğini nasıl etkileyeceğini kara kara düşünerek bir şekilde hepimiz korkar olduk…
Aslında ekolojik dengelerin ve doğal olarak iklim ve hava olaylarının insanlar eliyle giderek bozulması; dünyalılara “çevreyi, doğayı ve dünyayı berbat etmelerinden dolayı gösterdikleri üstün başarı ve eşsiz katkılarından dolayı” çıkarılan ve kırmızı kurdeleli özel bir ceza ödülüydü!..
+++
Şu an hava; günlük güneşli, sıcak, yarı sıcak, yarı açık ve yarı kapalı ya da tamamen açık veya tamamen kapalı veya sağanak halinde yağmurlu ve belki de ortalığı kar tipi götürüyor olabilir!.. Yani mevsimler, iklim ve dünya eskisi gibi değil… Yazımızı okumakta olduğunuz şu sırada, çevrenizde kar ya da yağmur ya da rüzgarlı bir hava varsa; size de muhtemelen çok gerekli bir şey var!..
Şöyle soralım:
Yanınızda şemsiyeniz var mı?
Güneşe, kara, yağmura, rüzgara birebir korumacılığının yanı sıra, değişik desen, dizayn, moda ve renkleriyle tepenizde taçlandırdığınız şemsiye, işte bu yazımızın o yüzden esastan starı olmak üzere!..
“Azzz sonra!”, demeyelim ve hep birlikte hemen şemsiyeler tarihine birlikte kısa bir göz atalım:
+++
İlk olarak 3400 yıl önce Mezopotamya’da bir rütbenin, bir ayrıcalığın sembolü olarak kullanılmaya başlandı şemsiyeler… Bu ilk şemsiyeler Mezopotamyalıları yağmurdan değil, yakıcı güneşten korumak için kullanılıyordu. Zaten şemsiyeler yüzyıllar boyu hep güneşten korunmak için kullanıldı. Bugün bile kimi Afrika kabilelerinde büyük şefin arkasında yürüyen bir “şemsiye taşıyıcısı”nın dikkat çektiğini görürsünüz… Hatta İngilizcede şemsiye anlamındaki ‘umbrella’ sözcüğü, Latince gölge anlamına gelen ‘umbra’ sözcüğünden türemiştir.
+++
“Taftadan yapılmış, değişik renklerde onbir adet güneş siperliği… Yağlı kumaştan üç şemsiye… Hepsinin de sapları altın ve gümüşten.”
1637 yılında Fransa Kralı VIII. Louis’in mal varlığı listesi yapılırken bir bölümde yukarıdaki satırlarında yer aldığı görüldü. Bizim VIII. Louis ile bir alıp veremediğimiz yok ama mal varlığı listesinde yer alan modern şemsiyeleri gözeterek, konumuzun ciddiyetine belgesel tadında bir ekleme yapalım istedik!..
+++
Günümüzün moda ve sanat merkezlerinden biri olan Paris birçok konuda olduğu gibi, şemsiyenin de tarihte ilk kez açıldığı bir kent olmanın özelliğini taşıyor.
Yine VIII. Louis’nin listesinden çıkardığımız kadarı ile o dönemlerde yağmurlu ve güneşli havalar için ayrı ayrı şemsiyeler kullanıldığı da anlaşılıyor. Ancak burada ilginç bir durum var. Çünkü kral VIII. Louis ve ondan sonra gelen diğer erkekler, aslında hiçbir zaman şemsiye taşımadılar. Ancak VIII. Louis’nin güzel eşi Avusturyalı ‘Anne’, bir gün zarif bir şemsiye ile halk arasında klasik turlarından birini atınca ve bu görüntü Parisli kadınlarca anında kopya da edilince, şemsiye ve modasının inanılmaz bir hızla yayılmaya başladığı görüldü: “Madem kraliçe ‘Anne’ kullanıyor, biz de kullanırız!”
+++
Gerçi o sıralar, pop-art opera tadında ve Catherine Deneuve’lü, unutulmaz “Cherbourg Şemsiyeleri” filmi daha çevrilmemişti ama olsun! Fransız kadınları o bağlamda çoktan “Paris şemsiyelerini” gökyüzüne ve geleceğin şemsiye endüstrisine doğru çevirmişlerdi bile. Fakat unutmamak gerekir ki, erkekler de moda etkileşimlerini bir süre sonra ve bir biçimde yaşıyorlar. Bu konuda da aynen öyle oldu ve sonunda Parisli erkeklerin bu önyargılı tavrı da giderek değişmek zorunda kaldı. Her ülkede ve her zaman akıllı girişimciler olduğundan, ürün ne olursa olsun bir şekilde kendini aşıyor ve istenirse uluslararası boyut kazanıveriyor.
+++
Parisli girişimci bay Marius,1715 yılında açılıp kapanabilen ilk erkek şemsiyesini sonunda yaptı da, o bahana ile keşifler tarihinde “şemsiyeci baba” olarak da yerini almış oldu. Bay Marius arkasından bu yeni ürünü tanıtabilmek için hazırladığı reklam kampanyasında, el çizimi resimlerle desteklenmiş posterlerde çok güzel ve genç bir kadın son moda bir kadın şemsiyesiyle yürüyordu. Yanında da tabii güçlü ve yakışıklı bir erkek yer almaktaydı. Ancak 17. yy. da inanılmaz ölçüde bir pahalılık söz konusu idi ve o yüzden de birçok şeyin yanı sıra, şemsiye fiyatları da acayip yüksekti. Bir örnek verelim:
1718 yılını düşünün… Düşündünüz mü?
Buyurun şimdi bir şemsiye alın… Fiyatı tam 25 şilin! Yani o döneme göre inanılmaz yüksek bir fiyat. Ancak ekonomiler yüksek fiyatları nasıl kendileri yaratıyorsa, yine o ekonominin içindeki girişimciler de kimi çözümleri kendileri yaratıyorlar. Bu defa da öyle oldu ve insanlar şemsiyeyi yüksek bedeller ödeyerek almak yerine; uygun koşullarda kiralamayı yeğ tuttular!..
Kiralık şemsiye!
İlk bakışta matrak görünüyor ama o dönemde öyleydi işte…
Arkasından şemsiye kiralanan mağazalar giderek arttı. Hatta o dönemde hemen her kilise, kahvehane ve kulüpte kiralık şemsiye bulmak da mümkündü.
1750 yılında Rusya ve İran’a yaptığı yedi yıllık geziden dönen ve ilginç bir kişilik taşıyan Farslı gezgin Jonas Hanway, oralarda edindiği alışkanlıkla Londra’da ilk kez şemsiye ile sokağa çıkan tek erkek oldu! (Anlaşılıyor ki, Hanway Rusya ve İran’da şemsiye benzeri ve erkeklerin kullandığı bir aksesuara rastlamış).
Ancak Hanway’in elindeki şemsiye denilen o garip aksesuar ile Britanya Adası’nın ortalık yerinde pervasızca dolaşması İngilizleri çıldırtmaya yetti tabii. Bu kepazelik de neyin nesiydi böyle!
+++
Onca tepki sonrası, zaman içinde giderek şemsiyenin anavatanı olacak İngiltere’de şemsiyenin özgürce açılımı 18, yy.’ın sonlarına doğru mümkün olabildi. Ve bildiğiniz gibi şemsiyeyi en zor kabul eden melon şapkalı İngiliz erkekleri, daha sonraları şemsiyenin partnerliğinde hem centilmenlik statüsünü yakaladılar ve hem de özellikle Londra’nın sisli ve yağmurlu havasına karşın, en etkin silahı(!) da yanlarında taşır oldular.
+++
Şimdi bir toparlama yapalım:
Önceleri sadece güneşe karşı kullanılan erkek şemsiyeleri beyaz, yağmur için yeğ tutulan da siyah kumaştandı. Hafif ve özellikle ipek kumaştan yapılanları tercih ediliyordu. Sapları içinse çoğunluk bambu, kiraz ve gül ağaçlarından seçiliyor, kimi zamanda üzerine altın bir bilezik geçirilerek bu bileziğin üstüne sahibinin adı yazılıyordu. Sonunda şemsiye Batılılaşma etkinliği içindeki Türkiye’ye de kapağı attı. İlk kez şemsiye kullanan Osmanlı padişahı da II. Mahmut’tur. 19. yy. başlarında İstanbul’da genç erkeklerin sapları elmaslı, sırma saçaklı şemsiye kullandıklarını biliyor muydunuz?
Keza kadın şemsiyeleri de aynı dönemde zengin motifli dantel işlemelerle süslenir, ince ve uzunca olan sapları altın, gümüş ve değerli taşlarla işlenerek, saplarına da renkli birer kurdele takılırdı. Mesire yerlerinde ve özellikle Göksu, Küçüksu ve Kağıthane gezilerine çıkan kadınlar genellikle şemsiyeli olurdu.
+++
Günümüzde artık bütün dünyada şemsiyeler zamanıdır… Renkler ve desenler içindeki dokumalardan fırlayan sayısız şemsiye örnekleri, mevsimler özelinde hemen herkesin elinde ve herkesin tepesindedir!..
Sadece artık saplarında elmaslar, gümüşler, altınlar, inciler yoktur ki; o kadar kusur bu devirde kadı kızında da olur, şemsiyede de!..