İpek, ipekböceğinin ürettiği yumuşak, parlak bir liftir. İpekböceği bir tırtıldır ve bu lifi kendine koza örmek için üretir. İnsanlar bu liften iplik yapar ve kumaş dokurlar. Kısaca, ipekböceğinin kozasından çıkan incecik, parlak bir teldir ipek!..
Bu yazımız ile “işte böcek İşte ipek” birlikteliğinde geçmişe ve ipek yoluna doğru bir yürüyüş
yapıyoruz!..
Kestirmeden baktığımızda koza, geleneksel yöntemlerle iplikleri açılarak ipek yumakları haline getirilir ve büküm işlemiyle, o incecik iplikler daha dayanıklı ipek ipliği haline konur. İşte bu ipliklerden dokunan kumaşlara da “ipekli” denir. Yazımızın özeti aslında bu ama konumuz ipek ve ipekçilikse eğer, üşenmeden biraz bilginin kaynağına doğru gitmekte de yarar var…
İpek ve ipekçilik, çok eski dönemlerden beri insanların giyiminde önemli payı olan bir obje ve bunun işlenmesine
dayanan bir endüstridir. Ayrıca çok eski Çin yazılı kaynakları, ipeğin ve ipekli kumaşların Çin’de de öteden beri bilindiğini gösteriyor. Bir rivayete göre, ilk ipekböceğini bir Çin imparatorunun karısı bulmuş, imparatoriçe, kozanın ipliklerini ayırarak “tarihte ilk ipekli kumaşı” da dokumuştur. Daha sonra buradan bütün Batı dünyasına yayılan ipekçilik, giderek rağbet görerek zengin bir işkolu haline geldi. Zaten o tarihlerde Avrupa’da hayli gelişmiş bir dokumacılık tekniği de vardı. 9. ve 10. yüzyıllardan sonra ipekçilik İspanya’ya ve giderek bütün Akdeniz kıyılarına yayılmaya başladı…
Biz, bu vesile ile yüzümüzü hemen bütün kültürlerin harmanı Anadolu’ya da bir çevirelim: İpekçilik bizim de işimiz elbette… Anadolu’da ipekçilik 9.yüzyıl sonlarında başlamış, 15. yüzyılda iyice yerleşmiş ve 16.yüzyılda da doruk noktasına gelmişti. Gerek üretim, gerek kreatif ustalık ve gerekse ticari açıdan Anadolu ipekçiliği döneminde bütün dünyaya ün salmıştı. Hele 16. yüzyılın ortalarına doğru devletin geniş arazi sahibi olması, üretimin artması,
zenginlik, dolayısı ile giyim eşyasında ipekli kumaşa rağbeti arttırdı. İpekli kumaş bir numaraydı artık…
Düğünler, dernekler, armağanlar, andaçlar, hep ipekli kumaştan geçmekteydi ve İpekistan, Anadolu ile özdeş bir tanımdı artık… İlk dönemlerde dokumacılığa daha çok önem verilmişti, çünkü kumaşın hammaddesi olan
ipek ipliği, doğal olarak dışarıdan gelmekteydi. Bu arada ilginç ve tuhaf bir gelişme de oldu. Bitmez tükenmez savaşlar nedeniyle ham ipek gelmeyişi, Anadolu’da böcekçiliğin yerleşmesine ve hızla gelişmesine yol açtı. Daha sonraki dönemlerde ise ham ipek üretimi öylesine inanılmaz boyutlarda ulaştı ki, Türkiye bir anlamda okumacılıktan vazgeçip, dışarıya ham ipek satan bir ülke haline geldi. Tabii, arada kimi talihsizlikler yaşanmadı değil. 1850’den sonra Fransa’da başlayan hastalıklar, Türkiye’deki ipek böceklerine de bulaşmıştı. Hammadde üretimi bakımından iç memleket ipekçiliği tehlikeye girince dış borçlara bakan kuruluş (Düyun-u Umumiye),
kendi alacaklarını kurtarmak amacıyla zorunlu olarak yerli ipekçilikle ilgilendi. Bir anlamda bu garip yaklaşımla da olsa, ipekçiliğimiz yeniden kalkınma hamlelerine ulaşmış oldu! Anadolu’da ipekçiliğin gelişmesini sağlayan başlıca nedenlerden biri de, halkın dokumalara olan aşırı rağbetiydi. “Kemha”, “Atlas”, “Kutnu”, “Kadife”, “Tafta”, “Simli”, “Sırma”, “Diba” ve benzeri pek çok kumaş dokunmuştur ki, bunların kimilerinin örnekleri günümüzde Topkapı
Sarayı başta olmak üzere birçok dünya müzelerinin koleksiyonları zenginleştirmektedir. Anadolu’da 6. yüzyıldan beri böcek tohumlarından böcek yetiştirilerek kozacılığa başlanmıştı. Fatih devrinden günümüze kadar gelen kimi mahkeme sicilleri, özellikle Bursa’nın bir ipekçilik merkezi olduğunu gösteriyor. Bursa’da ipekböceği ilk kez 1587 yılında yetiştirildi. Daha sonra Alaşehir, Alaiye (Alanya) gibi kasabalarda bu işçiliğe ilgi giderek arttı. 16. yüzyılda
ise İstanbul, Kocaeli ve Eskişehir köylerinde ipekçilik gelişmiş bir durumdaydı. İpek ve ipekli üzerine söz ederken, akla gelen ilk soru genellikle, “İpek nasıl elde edilir?”e gelip takılır. Bu konudan kısa bir bilgi aktaralım:
İpekçilik” denilince birkaç aşamalı bir iş akla geliyor. Bunların ilki “koza yetiştirme”, ikincisi “kozalardan iplik çekme”, üçüncüsü “böcekçilik” ve dördüncüsü de “dokumacılık” tır. Bunlardan sonra yapılış süreci bitmiş ve iş, ipek ticareti aşamasına gelmiş demektir. “İpekçi” denilince, dokumaya kadar olan işlerle uğraşanlar anlaşılmalıdır. Bunlardan koza yetiştirenlere eskiden, koza kelimesinden uydurma bir Arapça kuralı ile “kazzaz” denirdi.
Kozacılar böcek esler, tohum çıkarır. Kozacının ilk işi böcek tohumlarını fışkırtmakla başlar ve sarı renkli tohumlar belli bir ısı derecesinde iki günde kızarır. Tohum çatlayıp siyah tırtılcıklar çıkınca, bunlar ince dut yaprağı ile beslenir. Böcek, verilen dut yaprağının cinsine göre iri koza yapacağından, iyi cins yaprak verilmesine dikkat edilir. İpekböceği dut yaprağı verdikçe irileşir. Başka cins yaprak yedirilirse yumurta alınır ama ipek kozası alınamaz. Kozaların yumuşatma kazanlarında kaynatılarak çözülmeye hazır hale getirilmesi sonrası, sonunda iş tarakların da yardımı ile ibrişim halindeki ipek ipliğin bükülmesine gelir. Büküm devresinden geçtikten sonradır ki ipek, iplik halini alır, dokumaya elverişli duruma girer.
Ondan sonra, al gözüm seyreyle ipekli kumaşı! Cayır cayır ipek, pırıl pırıl ipek, büklüm büklüm ipek, desen desen ipek! Tabii, günümüzde ipek ve ipekçilik denince, rakipsiz bir numaralı kent olan Bursa’yı asla göz ardı etmemek gerek. Bursa, günümüzde olduğu gibi tarihte de ipekçilik dalında hep bir numara oldu. Yurdumuzda ilk ipek fabrikası, yani makine ile iplik çeken yer, yine Bursa’da 1838 yılında açıldı. Ondan sonra kısa zamanda Bursa’da 50 fabrika meydana çıkmış oldu. İlk kez 1851 yılındaki Londra Sanayi Sergisi’ne Türk kozaları ve ipeklileri gönderildi. Bu işi daha bilimsel hale getirmek için de 1894 yılında “Bursa Darülharir”i (ipek evi) açıldı.
+++
İpekböceğinin vücudundaki iki “bez”, yapışkan bir sıvı meydana getirir. Zamk gibi bir şey olan bu sıvı böceğin üst dudağındaki delikten iplik halinde dışarı çıkar, havayla karşılaşır karşılaşmaz donar.
İşte İpek budur! Ve kısa öyküsü de böyledir…